Vücudumuzu Tanıyalım,Kalp ,Karaciğer,Akciğer,Dalak,İnce Bağırsak,Kalın Bağırsak (kolon),Mide,Pankreas,Böbrek,Yemek Borusu,Apandis,Safra kesesi
Soluk Borusu,,Anüs (makat)Rektum,Onikiparmak Bağırsağı



Vücudumuzu Tanıyalım-İç Organlarımızı Tanımı -

Kalp



Kalp diyagramı: 1. Sağ atrium (Atrium dextra), 2. Sol atrium (Atrium sinistrum), 3. Superior vena kava (Vena cava superior), 4. Aort, 5. Pulmoner arter, 6. Pulmoner ven, 7. Mitral kapak, 8. Aort kapağı, 9. Sol ventrikül, 10. Sağ ventrikül, 11. Inferior vena kava (Vena cava inferior), 12. Triküspit kapak, 13. Pulmoner kapak




Kalbin atışının üç boyutlu ultrasonografide görünümü



Diastolik evre



Sistolik evre



Bir insanın iç kalp görüntüsü


Kalp veya yürek (Arapça: قلب kalb; Latince: cor ; Yunanca: Καρδιά = kardia), kalp kası olarak bilinen özel bir tip çizgili kastan oluşmuş kendiliğinden kasılma özelliğine sahip kuvvetli bir pompadır.
Metabolizma faaliyetleri sonucunda oluşan artık ürünlerin de vücuttan uzaklaştırılması, vücut ısısının düzenlenmesi, asit-baz dengesinin korunması, hormonlar ve enzimlerin vücudun gerekli bölgelerine taşınması gerekir. Bütün bu işlemleri kalp ve damarlardan oluşan dolaşım sistemi yapar.
Kalp bu sistem içerisinde motor görevi yapar. Kalp insanda dakikada 60-80 vuruş arasında değişen bir hızla günde 9000 litre kanı vücuda pompalar. Günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 bin ton kanı vücuda pompalar. Normal bir insanda ortalama ağırlığı 250-300 gramdır.
Kalp memelilerde 4 odacıklı ve 4 kapakçıklıdır. Odacıklar sağ odacıklar ve sol odacıklar olarak 2 ana bölümden oluşur.Sürüngenlerde ise 3 odacıklıdır.( Sağ ve sol atriyum, ve ventrikul )

Sağ bölüm, kanın vücuttan döndüğü odacık olan sağ kulakçık (atriyum) sonra triküsbit kapak adı verilen 3 yaprakçıklı bir kapakçık ile ana odacık olan sağ karıncıktan (ventrikül) oluşur.



  • Kan vücutta oksijeni ve besin öğeleri kullanıldıktan sonra vena cava adı verilen 2 adet ana toplardamar ile sağ kulakçığa gelir.



  • Sağ kulakçıktan kan yerçekimi ve kulakçık kasılması ile aradaki kapak olan triküsbit kapaktan (3 yaprakçıklı kapak) geçerek sağ karıncığa girer.



  • Sağ karıncık ile pulmoner atardamar arasındaki kapağa da pulmoner kapakçık adı verilir. Sağ karıncık kanı pulmoner atardamar adını verdiğimiz bir damar yoluyla akciğerlere pompalar.

Sol bölüme kan akciğerlerden oksijenden zenginleştirilmiş olarak gelir.

  • Sol kulakçığa gelen bu kan yerçekiminin de etkisi ile ve biraz da sol kulakçığın kasılması yardımı ile sonradaki kapak olan mitral (bikuspid) kapak adı verilen 2 yaprakçıklı bir kapaktan sol karıncığa akar.



  • Sol karıncık ile aort atardamarı arasında aort kapakçığı denilen 3 yaprakçıklı bir kapak bulunmaktadır. Sol karıncıktan temiz kan güçlü kasların kasılması etkisi ile aort atardamarı denilen ana atardamar vasıtasıyla vücuda sunulur.



  • Elimizi göğsümüzün sol tarafına götürdüğümüzde kalbimizden gelen sesin nedeni kulakçık ile karıncık arasındaki kapakçıkların açılıp kapanmasıdır.



  • Başlıca 4 kalp sesi vardır.Bunların ilk ikisi hissedilir veya steteskop vasıtasıyla duyulabilirken 3. ve 4. sesler ancak EKG (ECG) cihazında görülebilir. 1. kalp sesi atriyo-ventriküler kapakların sesi iken, 2. kalp sesi aorta ve arteria pulmonalis'teki kapakların çıkardığı sestir. 1. ve 2. kalp sesi arasındaki süre ventrüküler sistoldür.2. kalp sesi ile 1. kalp sesi arasındakü süre ise ventriküler diastol evresidir.

İçerik ile ilgili kavramlar [değiştir]




  • Kalp krizi
  • Kalp kası
  • Kalbin görevleri
  • Kalp çarpıntısı
  • Kalp yetmezliği
  • Kalp ritmi bozuklukları
  • Hipertansiyon
  • Angina pektoris

Dolaşım Sistemi - değiştirKan → Aort → Atardamarlar → Arteriyoller → Kılcal damarlar → Venüller → Toplardamarlar → Vena kava → Kalp → Pulmoner atardamar → Akciğer → Pulmoner toplardamarlar → Kalp

Karaciğer, omurgalı ve bazı diğer hayvanlar için hayati bir organ olma özelliğini taşır. Karaciğerin detosifikasyon, protein sentezi ve biyokimyasal sindirim için gerekli olan üretim de dahil olmak üzere geniş bir etki alanına sahiptir. Karaciğer yaşam için gerekli olan hayati bir organdır. Karaciğer yokluğunda veya işlev yitiminde, diyalizle kısa bir süre fonksiyonları devam ettirilebilir. Fakat karaciğerin fonksiyonunu, uzun süreli yokluğunda, telafi edebilmein hiçbir yolu yoktur. Karaciğer organ metabolizmasında önemli bir rol oynar. Glikojen depolanması,



kırmızı kan hücrelerinin üretimi, plazma ve protein sentezi, hormon üretimi ve detosifikasyon ayrışma sa dahil olmak üzere vücutta daha bir çok alanda işlevi vardır. Karaciğer karında, abdominal-pelvik bölgede diyaframın altında bulunmaktadır. Karaciğer ayrıca yağ sindirimine

Karaciğer İltihabı Sonrası


yardımcı alkali bileşik bir sıvı olan safra üretir. Ayrıca çok özel doku sentezi ve birçoğu normal yaşamsal işlevler için gerekli olan küçük ve karmaşık molekküller de dahil olmak üzere yüksek hacimli biyokimyasal reaksiyonlları düzenler.
Tıbbi literatürde çoğunlukla karaciğer anlamına gelen hepar (ἡπαρ) ve Yunanca kelime kökenli hepato terimi kullanılır.
Anatomi


Karaciğer eşitsiz büyüklüğü ve şekli olan dört lobu bulunan kırmızımsı kahverengi bir organdır. Bir insan karaciğeri normalde [3] 1,4-1,6 kg (3,1-3,5 lb) ağırlığında ve yumuşak, pembemsi-kahverengi, üçgen bir organdır. Hem en büyük iç organ (en büyük organ genel olarak deri) ve insan vücudunun en büyük bezidir.Karaciğer diyaframın hemen altında ve karın boşluğunun sağ üst kısmında bulunur. Karaciğer Midenin sağ tarafını ve safra kesesi örter. Karaciğere iki büyük damar bağlıdır. Biri hepatik arter ve biri portal ven adı verilen damarlardır. Portal ven kanı tüm gastrointestinal kanaldan sindirilmiş besinleri içerir. Dalak ve pankreas gelenleri taşıyan ise hepatik arterdir ve aorta kan taşır. Bu kan damarları daha sonra bir lobun içinde yollara ayrılır. Her lop temel milyonlarca temel metabolik hüçrelerden oluşur.
Kan akımı


Karaciğerde bulunan karaciğer portal ven ve hepatik arterlerin bir çifti kanı alır. Karaciğer vücudun kan arzının yaklaşık %75 teminini sağlar. Hepatik portal ven, kanı; dalak, sindirim kanalından drene venöz ve organlara taşır. Hepatik arterler ise onun kan akımının geri kalanını sağlar ve karaciğerin kan kaynağıdır. Oksijen iki kaynaktan da sağlanır. Karaciğer oksijen ihtiyacının yaklaşık yarısı karaciğer portal ven tarafından karşılanmaktadır ve yarım hepatik arterler tarafından karşılanmaktadır. Kanı sinüzoidlerde boşaltır ve her lop orta damara geçer.

Akciğer-Akciğer Hakkında Bilgiler Resimli Anlatım

Akciğer, hava soluyan omurgalılardaki temel solunum organıdır. Ana görevi atmosferdeki oksijeni kan dolaşımına nakletmek ve dolaşımdaki karbondioksiti atmosfere çıkartmaktır. Bu görev, gaz değişiminin vuku bulduğu milyonlarca küçük, müstesna biçimde çok ince duvarlı hava kesecikleri oluşturan dolaşımı sağlayamadan kanı boşa vermektedir. özelleşmiş hücrelerin mozaiği sayesinde gerçekleşir. Akciğerlerin solunumla ilgili olmayan görevleri de vardır.


Akciğer ile ilgili tıbbi terimler genellikle pulmo- ile başlar; bu Latince pulmonarius, "akciğerlerin", sözcüğünden gelmektedir ki bu sözcük de Yunanca pleumon yani "akciğer" ile akrabadır




BRONŞ-AKCİGER İLTİHABI (BRONKOPNÖMONİ)
Bronşlar solunan havayı soluk bo-nısımdan akciğerlere taşıyan, dallan-dıkça incelerek bronşiyollere dönüşen ve sonunda sayısız hava kesecikleri*ne (alveol) bağlanan borucuklardır. Bronşlardan geçerek hava kesecikleri*ne giren havadaki oksijen ince çeperli kılcal damar ağından kana geçerek do*kulara taşınır. Dokularda gerçekleşen metabolizma etkinlikleri sonucunda or*taya çıkan karbon dioksit de gene kan dolaşımı yoluyla hava keseciklerinin duvarlarını kaplayan kılcal damarlara gelir. Bu açıklamadan anlaşılabileceği gibi solunum sisteminde hava kesecik*leri gaz alışverişinin gerçekleşmesini, bronşlar ise hava iletimini sağlayan ya*pılardır. Bronşların ağız ve burun yo*luyla dış ortama açık olmaları, dış or*tamdaki olumsuz koşullardan önemli ölçüde etkilenmelerine yol açar. Bakte*riler, zararlı toz ve gaz gibi maddeler solunan havayla birlikte doğrudan bronşlara ulaşabilir. Ama bronşlar bir*çok savunma sistemiyle donatılmıştır. Yabancı maddeler burun ve yutakta ge*çişi denetleyen son derece etkili engel*leri aşmak zorundadır. Bunu başaranlar ise çok sayıda hücrenin salgısıyla bes*lenen ve bronş duvarım örterek bir set oluşturan mukus katmanıyla karşılaşır. Ayrıca titrek tüylü epitel hücrelerinden oluşan bir temizlik sistemi de vardır. Bu tüyler fırça gibi çalışarak yabancı maddeleri ve mukusu sürekli dışarıya doğru süpürür. Ama koruyucu sistem*lerin etkinliğini azaltan koşulların orta*ya çıkması ya da bu sistemlerin aşın yüklenmesine bağlı olarak bronşlar ilti*haplanabilir. Sonuçta sık sık görülen ve genellikle Önemli sayılmayan bir hastalık olan bronşit ortaya çıkar. Bu akut iltihap bronş ağacının ince dalları*na kadar ulaşıp çevre akciğer dokusuna da yayıldığında bronkopnömoniye, ya*ni bronş-akciğer iltihabına dönüşmüş olur.
NEDENLERİ


BronkopnÖmoni etkeni olan streptokok, stafilokok, pnömokok, ve Friedlânder basili gibi bakteriler tek başlarına ya da bazen birkaçı bir arada bulunur.
Olguların çoğunda bronş-akciğer il*tihabı, larenjit (gırtlak iltihabı) ve fa*renjit (yutak iltihabı) gibi üst solunum yollarının virüs ya da bakteri kökenli il*tihaplarından sonra görülür. Üst solu*num yolu iltihaplan ise çoğu kez genel hastalıklara bağlı ikincil hastalık komplikasyon) olarak ortaya çıkar. Bu komplikasyonlar çocuklarda grip, boğ*maca, kızamık ve difteri, erişkinlerde tifo, bruselloz (Malta humması), septi*semi gibi bulaşıcı hastalıklardan, ayrıca kalp yetmezliği, zehirlenmeler ve cerra*hi girişimlerden, sonuç olarak vücudun direncini azaltan her türlü gelişmeden kaynaklanır.
Bronş-akciğer iltihabını hazırlayan etkenler:
• Uzun süre yatakta kalan hastalarda akciğerin alt loblarında kan göllenmesi.
• Akciğerde tümör oluşumu sonucunda
bronş tıkanmasına bağlı olarak bir bölgenin hava alamaması
BELİRTİLERİ
Bronş-akciğer iltihabı belirtileri başlan*gıçta genellikle üst solunum yolları nez*lesi ya da başka bir organ hastalığının belirtilerine benzer. Gelişen iltihap has*tanın genel durumunu bozarak ateş yük*selmesi, yorgunluk, halsizlik, Öksürük ve bazen kanlı olabilen balgam, nabız ve solunum sayısında artış gibi belirtilere yol açar. Bazı olgularda şiddetli baş ağ*rısı, dalgınlık ya da hezeyan gibi daha ağır belirtiler görülebilir. Bazen belirti*ler fark edilemiyecek ölçüde hafiftir.
Akciğer iltihabından farklı olarak bronş-akciğer iltihabı çok değişik biçim*lerde gelişebilir. Belirtileri yok denecek ölçüde az olan, kısa süreli çok hafif ol*guların yanı sıra akut ve ağır, uzun süren ya da yineleyen olgulara da rastlanır.
TANI
Tipik durumlarda bronş-akciğer iltihabı tanısı koymak son derece kolaydır. Özellikle,
• üst solunum yollan enfeksiyonu sıra*sında düşen ateş yeniden yükselir;
• öksürük ve balgam çıkarma başlar;
• genel durum hızla bozulur.
Bu veriler daha sonra bir akciğer fil*miyle kesinleşecek olan bronş-akciğer iltihabı olasılığını düşündürmeye yeter.
Ama tanıya ulaşmak her zaman bu kadar kolay olmaz. Özellikle kalp has*talan, amfizem ve kronik bronşit gibi kronik solunum yolu enfeksiyonlan ya da genel durumu bozan başka hastalık*ları olan yaşlılarda, ayrıca alkol bağım*lısı kişilerde farklı belirtiler ortaya çıka*bilir: Ateş hemen hemen yoktur. Buna karşılık genel durum ve dolaşım olduk*ça bozuk, nabız ve solunum sayısı art*mış, dil kuru ve kırmızıdır. Öksürük az*dır. İştahsızlık süreklilik gösterir. Za*manında tanı konulamazsa hastalık öl*dürücü olabilir.


Yeni geliştirilen antibiyotikler en ağır olgularda bile bronş-akciğer iltihabı tedavisinde başarı oranını eskiye göbı tedavisinde başarı oranını eskiye göre artırmıştır.
Hastalığın geçmesi için bazen bir hafta gibi kısa bir süre yetebilir. Bazen de ge*rilemeler ve alevlenmelerle daha uzun sürebilir. Alevlenmeler genellikle akci*ğerde yeni odakların enfeksiyonu sonu*cunda gelişir. En ağır durumlar, birden çok mikroba bağlı olarak ortaya çıkar. Örneğin, nezle virüsü ile stafılokok ya da streptokok gibi bakterilerin birlikte bulunması hastalığı ağırlaştırır.


Antibiyotik tedavisiyle iyileşmenin sağlandığı olgularda hastalık belirtilen bir ya da iki gün sonra hafifler ve ateş gi*derek düşer. Buna karşılık yapısal bo*zukluklar daha yavaş düzelir. Muayene*de akciğer dinlenirken duyulan hırıltılı sesler uzunca bir süre daha sürer. Radyo*lojik incelemede hastalık belirtilerini» gerilemesi ve kaybolması da birkaç haf*tayı bulur. Muayene ve radyolojik ince*leme sonuçlannın bu kadar geç düzelme*sinin nedeni, akciğerdeki iltihap odakla*rının yavaş iyileşmesinden kaynaklans. Gerçekten de, antibiyotikler yalnız en*feksiyondan sorumlu bakterileri yok eder. Ama bronş-akciğer iltihabının te*mizlenmesini çabuklaştıncı bir etki yap*mazlar. Bu nedenle ateş ve öksürük be*lirtilerinin kaybolmasına bakarak antibi*yotik tedavisinin kesilmesi, dokulank yeniden bakteri üremesine yol açabilir.
Yetersiz ya da yanlış tedavi uygu*lanmış olgularda yeni komplikasyonlac özellikle de akciğer zarı iltihaplanma» görülebilir. Bu arada ateş, öksürük, bal*gam çıkarma, solunum güçlüğü gibi be*lirtiler de sürer. Ender olarak hastaü. uzun bir zamana yayılarak kronikleşebilir.
Kronik olgularda, hastalık etkenü kesin biçimde ortaya çıkaracak zam. yöntemleri kullanılmalıdır.



TEDAVİ

Antibiyotikler. Bronş-akciğer iltihafc teda
visinin temeli antibiyotiklere damr. Bu tedavi hastada enfeksiyon etkeni ya da etkenlerinin bakteri kültürü yapı*larak ortaya çıkarılması, sonra da anti-biyogram ile bu bakterilerin duyarlı ol*duğu antibiyotiklerin saptanması saye*sinde daha başarılı biçimde yürütülür. Yapılacak incelemeler için öksürükle atılan balgamdan alınacak örnek genel*likle hastalık etkeni olmayan başka mikroplarla da bulaşık olduğundan doğ*ru tanıya ulaşmada büyük zorluk yara*tır. Bu nedenle bazı özel yöntemlerin ( uygulanması gerekecektir.
Balgamda bulunması kaçınılmaz olan yanıltıcı bakterilerden kurtulmak için incelenecek Örneğin doğrudan bronşlardan alınması gerekebilir, Bron-koskop gibi bronşlara uzatılan aletlerin kullanıldığı bu işlem kronik bronşitli hastalara uygulanır. Akut durumlarda ise hem hastanın genel durumunun çok bozuk olması nedeniyle, hem de antibi*yotik tedavisine hemen başlanması ge*rektiğinden uzun zaman alan inceleme*lere girişilemez. Akut bronş-akciğer za*rı iltihabında antibiyotik tedavisine baş*lanmasına karşın hastalık gerilemezse, yukarıda sözü edilen özgün antibiyotiği belirleme işlemi zorunlu hale gelir. Aşağıdaki veriler genel olarak antibiyo*tik tedavisini yönlendirebilecek yeterli*liktedir.
• Hastanın özgeçmişi. Hastanın daha önceki sağlık durumuna ilişkin olarak kendisinin ya da yakınlarının anlattıkla*rı.
• Epidemiyolojik durum. Toplumda yaygın enfeksiyon etkeni olan ya da en azından hastaneye gelen olgularda sap*tanan bakteri türlerinin bilinmesi. Bu bakterilerin çeşitli antibiyotiklere karşı duyarlılığının saptanması.
• Belirtiler ve bu belirtilerin şiddeti. Bu veriler temel alınarak, Özellikle ağır gidişli olgularda ve genel durumu bo*zuk hastalarda tam konur konmaz bak*terilere karşı tedaviye hemen başlanabi*lir.
Başka yardımcı ilaçlar. Akut bronş-akciğer iltihabının tedavisinde antibiyotikler dışında, merkez sinir sis*temini uyaran, kalp ve dolaşımı güç*lendirici, öksürük giderici ilaçlar, vita*minler kullanılır. Ayrıca dinlenme, iyi havalandırılmış ve ısıtılmış ortamlarda bulunma, besleyici, ama kolay sindiri-lebilen yiyecekleri yeme gibi genel sağlık ve beslenmeyle ilgili önlemler alınır.
KORUNMA
Üst solunum yollarını etkileyen ve bronş-akciğer iltihabına neden olabile*cek enfeksiyon odaklarının temizlen*mesine yönelik koruyucu önlemler çok önemlidir. Özellikle ilk çocukluk çağın da ve ileri yaşlarda hem enfeksiyon sü*recini, hem de organizmanın savunma sistemini güçlendirebilecek önlemler ve tedavi yöntemleri hızla uygulanmalıdır. Üst solunum yollan ve bronş enfek-siyonlanna karşı antibiyotiklerle yapı*lan koruyucu tedaviler tartışmalıdır.

Dalak,Dalağın bilinen işlevleri karnın sol üst yanında, mide ile diyafram arasında yer alan, süngerimsi yapıda, damarsal lenfoid organdır.
Ömrünü doldurmuş kırmızı kan hücrelerini ortadan kaldırarak, içlerindeki demiri yeniden kullanıma verir. Görevlerinin birçoğunu, aslında başka organlar da görmektedir.


Eskiden, dalağın melankolinin kaynağı olduğuna inanılırdı.
Diyaframın altında, karın boşluğunda, yaklaşık bir yumruk büyüklüğünde yumuşak bir organdır. Dalak, dolaşım sistemine bağlı bir çıkmaz sokağa benzetilebilir. Kan, dalak içerisindeki geniş kanallar ve damarlar sisteminde yol alırken, dalak hücreleri ile muhatap olur. Dalak, kan fizyolojisi ile yakından alakalıdır. Dalağın vücut savunmasında aldığı rol büyüktür.

Dalağın bilinen işlevleri

Kırmızı kan hücreleri yapımı
Anne karnındaki fetusda alyuvarların yapıldığı yer dalaktır. Normalde doğumdan sonra kemik iliği bu görevi dalaktan devralır. Kemik iliğinin çalışmadığı veya başka dokularla (kanser dokusu) istila edildiği durumlarda dalakta yeniden alyuvar yapım görevi başlayabilir.
Kan temizleyicisi olarak dalak: Vücudun savunma sisteminin işine paralel olarak dalak da vücudun mikroplara karşı koymasında rol aynayan hücreler yapar. Ayrıca mikroorganizmalara karşı koyacak özel maddelerin, yani antikorların yapımında da dalağın vazifeleri vardır.



Akyuvar yapımı
Dalak, akyuvarların bir çeşidi olan lenfositleri yapar.Ayrıca dalak akyuvar yapımını akşamları yapamz.
Kırmızı hücrelerin yıkımı
Yaşlanan alyuvarlar ve şekilleri normalin dışında olanlar, büyük dalak hücreleri tarafından alınır ve parçalanır.
Kan deposu olarak dalak
Kediler, köpekler ve diğer memelilerde dalak, kırmızı kan hücrelerini depolar. Büyük enerji gerektiren durumlarda, büyük kanamalarda dalak kasılarak dolaşım sistemine bol miktarda kan verilir. İnsanlarda da dalağın bu görevi yaptığı yıllarca söylenmiş olmasına rağmen bugün bunun gerçek olmadığı bilinmektedir.
Hastalıklarda dalak
Büyük bir dalak birçok hastalığın seyrinde görülür. Kan hastalıkları, doğum metabolizma hastalıkları, sıtma gibi bazı enfeksiyon hastalıkları ve daha birçok hastalık dalağı büyütür. Sıtmada dalak büyüklüğü o derece karakteristiktir ki, bir bölgede sıtma yaygınlığını ölçmede dalak büyüklüğü ölçü olarak kullanılabilir.



Dalak çıkarılırsa kişi ölmemektedir, yani dalaksızlık hayatla bağdaşan bir durumdur. Kan hücrelerinin aşırı derecede azaldığı durumlarda, büyüyen dalağın hastayı çok rahatsız ettiği bazı hastalıklarda dalak çıkarılarak hastanın rahatlaması sağlanabilir.


İnce bağırsak

İnce bağırsak sindirim kanalının mide ile kalın bağırsak arasındaki kısmıdır. 5 yaşından büyük insanlarda boyu 5-6 m arasındadır. Üç kısma ayrılır: duodenum, jejunum ve ileum. Mideden gıdalar duodenuma pilor veya pilorik sfinkter diye adlandırılan bir kas ile girerler. Daha sonra ince bağırsak boyunca peristaltizm olarak adlandırılan kas kasılmaları ile hareket eder.
İnce bağırsakta besaminlerin emilimleri gerçekleşir. Yağların ilk kimyasal sindirimi yapılır. İnce bağırsağa gelen safra ve pankreas öz suyu ile yağların, karbonhidratların ve proteinlerin sindirimi tamamlanır. Besinler ince bağırsakta en küçük moleküllerine kadar parçalanır. Bu moleküllerin ince bağırsaktan kan damarlarına geçmesine emilim adı verilir. İnce bağırsak, sindirim sistemimizde besinlerin en çok sindirildiği yerdir.Burda hem fiziksel hem de kimyasal sindirim vardır


İnce bağırsak


Diagram showing the small intestineLatinintestinum tenueGray'ssubject #248 1168Sinirceliac ganglia, vagus MeSHSmall+intestineDorlands/Elsevierintestine four/000054357/Small intestine


kalın bağırsak

Grey Anatomi atlasında karaciğer, mide ve kalın bağırsak çizimi


Sindirim sisteminin anatomisinde
kalın bağırsak, ince bağırsak ile anüs arasındaki kısımdır. Toplam uzunluğu 1,5 ile 2 metre arasında olup, sindirim sisteminin beşte birini oluşturur. Başlangıcında yer alan çekumda çapı en geniştir, sonra kolon boyunca gittikçe daralır, anal kanaldan hemen önce yer alan rektumda epeyce bir genişler. Küçükbaş ve büyükbaş hayvanlardabumbar adı verilir.
Kalın bağırsağın ince bağırsaktan farkı, çapının büyüklüğü, nispeten sabit konumu, keseli görünümü ve dışında yer alan peritonla örtülü "yağ parçacıkları"dır (appendices epiploicae). Uzunlamasına kas lifleri bağırsağı devamlı bir tabaka olarak kaplamak yerine üç uzunlmasına bant şeklinde düzenlenmişlerdir [kaynak belirtilmeli].
Kalın bağırsak, ince bağırsağı çevreleyerek etrafında bir kemer oluşturur. İleumun sağ tarafında çekumdan başlar, sağ lumbar ve karaciğerin altına kadar yukarı doğru çıkıp oradan sola kıvrılır, abdomenin karşı tarafına uzanır, tekrar kıvrılıp pelvise doğru aşağıya iner; orada gene kıvrılıp pelvisin arka duvarı boyunca uzanır ve anüste sona erer.
Kalın bağırsak çekum, kolon, rektum ve anal kanal olarak bölümlere ayrılır. Kalın bağırsak midenin altındadır.

Dışkı [ bulunan su emilir. Kalın bağırsakta tuzlar aktif taşıma ile emilir, su da osmoz yoluyla onları takip eder. Sindirilmemiş posa ve kalın bağırsakta yaşayan bakterilerden oluşan dışkı rektuma gider, anüsten atılana kadar orada depolanır.

Kaynakça İngilizce Vikipedi'deki 22.09.2006 tarihli Large intestine maddesi


SİNDİRİM SİSTEMİ



KARIN BÖLGESİNDEKİ KATI VE BOŞLUKLU ORGANLAR

BÖBREK









KALIN BAĞIRSAK

SOLUK BORUSU


AKCİĞER

KALP

KARACİĞER

BÖBREK




Anüs (makat)



Sindirim kanalının bitiş kısmı. Dışkılar boşaltım sırasında anüsten geçerek vücuttan atılırlar.



Rektum

Kalın bağırsağın son bölümüdür. Anüse açılır. Dışkının atılımdan önce tutulduğu yerdir. Rektumun son birkaç santimetresi deriye benzer bir doku ile kaplıdır. Kalın barsağın genişlemesi sonucu oluşan ortalama 15 cm uzunluğunda olup sindirim sistemimizin son kısmıdır.



Onikiparmak Bağırsağı

Onikiparmak bağırsağı midenin hemen ötesinde 5 - 10 santim kadar uzayan incebağırsağın bir kısmıdır. C harfi görünümündedir. Bu bağırsağın her zaman mide ile ilişik görülmesinin nedeni ise, mideye tesir eden rahatsızlıkların çoğunlukla onikiparmak bağırsağını da etkilemekte olmasından ileri gelmektedir.



Onikiparmak bağırsağının çeperi gıda maddelerinin sindirimine yardımcı olan bazı usareleri üretmektedir.. Safra onikiparmak bağırsağında depo edilmektedir ve pankreas usareleri da bu bağırsağa boşalmaktadır.


KARIN BÖLGESİNDEKİ KATI VE BOŞLUKLU ORGANLAR



Kan akımı


K
araciğerde bulunan karaciğer portal ven ve hepatik arterlerin bir çifti kanı alır. Karaciğer vücudun kan arzının yaklaşık %75 teminini sağlar. Hepatik portal ven, kanı; dalak, sindirim kanalından drene venöz ve organlara taşır. Hepatik arterler ise onun kan akımının geri kalanını sağlar ve karaciğerin kan kaynağıdır. Oksijen iki kaynaktan da sağlanır. Karaciğer oksijen ihtiyacının yaklaşık yarısı karaciğer portal ven tarafından karşılanmaktadır ve yarım hepatik arterler tarafından karşılanmaktadır. Kanı sinüzoidlerde boşaltır ve her lop orta damara geçer.

Akciğer şeması



Bağışıklık sistemi- Bağışıklık sisteminin temel öğeleri-Lenf düğümleri





Bağışıklık sistemi, insan vücudunun hastalıklara karşı savunma mekanizmasını oluşturan karmaşık bir sistemdir, vücudu yabancı ve zararlı maddelerden korur.
Bu sistem vücudumuza giren milyonlarca bakteri, mikrop, virüs, toksin ve parazitlere karşı korunmak için düzenlenmiştir.
İnsan vücudu, hastalıklara karşı bir savunma sistemiyle donatılmıştır ve bu yüzden de kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Hastalığa yol açan maddeler tarafından uyarıldığında, bağışıklık sistemi harekete geçer. Sistem, yabancı olarak algıladığı bir mikroorganizmayla karşılaşır karşılaşmaz, belirli hücreler bundan kurtulmak için savaşmaya başlar. Daha önce rastladığı bir mikroorganizmayı tanıyan sistem ikincisinde ondan kurtulmak için çok daha çabuk tepki verebilir. Buna kazanılmış bağışıklık denir.
Bu sistemin çalışmasının en güzel ve basit örneği mikropların vücudumuza girdiğinde onlara karşı antikorların oluşması ve bunlarla savaşılmasıdır. Aynı mikropla tekrar karşılaşıldığında bu antikorlar bizi hastalanmaktan korur. Antikor vücuda giren yabancı maddelere karşı savunma hücrelerinin verdiği yanıttır.
Farklı şekillerde faaliyet gösteren bu sistem, faaliyetlerini oldukça sessiz yürütmektedir. Bağışıklık sisteminin çeşitliliği ancak bu sistemin bir sebepten ötürü aksadığı zaman anlaşılabilir. Bir sivri sinek vücudu ısırdığı zaman, ısırılan bölge kırmızılaşır ve şişer. Bu olay bağışıklık sisteminin çalıştığını gösterir.

Mesela nefes aldığımızda havada bulunan binlerce bakteri ve virüsü akciğerlerimize taşınır. Bağışıklık sistemi bunların hepsini elimine eder ancak bazı durumlarda bazılarını geçirir ve soğuk algınlığı yada grip adını verdiğimiz rahatsızlıklar ortaya çıkar.


Bağışıklık tipleri

Kalıtsal (doğal) ve kazanılmış bağışıklık olmak üzere, iki bağışıklık tipi mevcuttur. Bağışıklık mekanizmalarından T ve B lenfositleri ile antikorlar kazanılmış bağışıklıkta, diğer bağışıklık mekanizmaları ise, kalıtsal bağışıklıkla rol oynarlar.

1- Kalıtsal (doğal) bağışıklık: Genetik yapıda mevcuttur. Doğumla birlikte kazanılıp, ölünceye kadar varlığını sürdürür.


2- Kazanılmış bağışıklık: Doğumda olmayan, daha sonraki zamanlarda spesifik antijenlere karşı kazanılmış bağışıklık tipidir. Sistem, yabancı olarak algıladığı bir mikroorganizmayla karşılaşır karşılaşmaz, belirli hücreler bundan kurtulmak için savaşmaya başlar. Daha önce rastladığı bir mikroorganizmayı tanır ve ikincisinde ondan kurtulmak için çok daha çabuk tepki verebilir. Buna kazanılmış bağışıklık denirAktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılır.


Aktif bağışıklık, antijenlere maruz kaldıktan sonra ortaya çıkan bağışıklıktır. Doğal kazanılmış bağışıklık çevredeki antijenlere maruz kaldıktan sonra gelişir. Yapay kazanılmış bağışıklık ise aşılarla sağlanan bağışıklık tipidir.


Aşılanma: Aşılama, bağışıklık kazanmanın yapay şeklidir. Aşılar ölü veya zayıflatılmış mikroorganizma içeren (bakteri veya virüs) ve enfeksiyon hastalıklarının tedavi ve korumasında kullanılan biyolojik ürünlerdir. Mikroorganizma zaten işlemden geçirildiği ya da ölü olduğu için hastalık kapma tehlikesi yoktur. Aşıların etki mekanizması doğal hastalığa benzerdir; her ikisi de bağışıklık sistemini uyarır ve vücuda girmiş olan mikrobu tanır ve hafıza oluşturur. Daha sonra aynı mikrop vücuda yeniden girdiğinde bağışıklık sistemi onu tanır ve hastalık yapmasına fırsat vermeden onunla savaşır ve gerekli antikorları üreterek onu yok eder. Böylece, kişi aynı tip bir aktif canlı organizmayla karşılaştığında bağışıklık sistemi zaten nasıl tepki vereceğinin bilincinde olarak ve yabancı organizma hastalığa yol açma şansı bulamadan antikor hazırlamak için hiç vakit kaybetmeyecektir.


Pasif bağışıklık Başka bir insan veya hayvan tarafından oluşturulmuş koruyucu antikorların diğer bir insana aktarılmasıdır (genellikle enjeksiyon yoluyla). Bu yolla koruma etkindir ancak kısa sürelidir ve haftalar veya aylar içinde kaybolur.
Doğal pasif bağışıklık annenin ürettiği antikorların anne karnında plasenta yoluyla, doğumdan sonra ise süt yoluyla çocuğa sağladığı bağışıklıktır. Yapay pasif bağışıklık ise hastalığı önlemek için daha önce antikor hazırlanmış olanlardan alınan immun serum ile kazanılan bağışıklıktır.



Bağışıklık sisteminin temel öğeleri



Bağışıklık sisteminde yer alan organ, yapı ve hücreler ayrıntılı bir etkileşim içindedir. Bu sistemin temel bileşenleri olan timus bezi, kemik iliği, dalak, lenf sistemi akyuvarlar (lökositler) hormonlar ve bazı proteinler hepsi birlikte birbirlerini tamamlayıcı bir işbölümü içinde çalışırlar.


Lenf düğümleri


Vücudun bir çok bölgesinde gruplar halinde bulunmakla beraber en çok karın ve kasık bölgesinde, boyunda, koltuk altında ve göğüste yer alır. Boyun, koltuk altı ve kasık bölgesindeki düğümler elle hissedilebilir.



Lenf düğümlerinin başlıca görevi vücuda giren yabancı maddelere karşı bir süzgeç oluşturarak, mikropların vücuda yayılımlarını engellemek ya da geciktirmektir. Düğümler içinde bağışıklık sistemine ait sayısız hücre bulunmakta, bu hücreler insana zarar verebilecek maddelerin geçişine engel olmaya çalışmaktadırlar. Bu mücadele sırasında lenf bezeleri şişerek elle ya da gözle fark edilebilecek boyutlara ulaşabilmektedir.

Lenf düğümleri her gün yaklaşık 10 milyar lenfosit üretirler.
Bademcikler de birer lenf düğümüdür. Bakteriler ya da virüslerle yoğun bir biçimde savaştığında, bademciklerimiz şişer ve iltihaplanır.

Timus

Göğüs boşluğunun ön üst kısmında, akciğerlerin ortasında yer alan ve iki parçadan oluşan bir organdır. Lenfosit, T lenfosit veya sadece "T hücreleri" timus'ta büyür, olgunlaşır ve bağışıklık sisteminde üstlendikleri görevleri yerine getirmek üzere yeniden kana karışırlar. Küçük çocuklarda akciğer filmlerinde rahatlıkla farkedilecek kadar büyük olan bu organ 20 yaşından sonra giderek küçülür.

Dalak


Karın boşluğunun sol üst tarafında diyaframın altında yer alır. En önemli fonksiyonu kanı süzmek yani fonksiyon dışı kalmış kan hücrelerini kandan filtre etmek ve bağışıklık sisteminde rol oynayan antibadi üreten hücrelerin gelişmesini sağlamaktır.


Kemik İliği
Kemiklerin ortasında bulunan yağlı ve gözeli bir dokudur. Bağışıklık sisteminde çok önemli işlevleri olan akyuvarlar da dahil olmak üzere bütün kan hücrelerinin yapım yeridir.


Akyuvarlar (Lökositler)
Akyuvarlar bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir. Lökositler damar içinde dolanır iken, tehlike sinyallerini aldıkları bölgelerde damardan ayrılıp bakteri ve ölü doku gibi yabancı cisimlerin etrafını sarabilirler. Lokositler plazma kaynaklı kan proteinleri birlikte organizmanın bütünlüğünü sağlamakta askeri güç gibi görev yaparlar. Bu savaşçıların da bakteri ve virüslerin yok edilmesinde çalışan farklı çeşitleri vardır.



BAĞIŞIKLIK MEKANİZMALARI
İnsanda bağışıklığı oluşturan savunma mekanizmaları spesifik ve nonspesifik savunmalar olmak üzere ikiye ayrılır.
Spesifik savunmalar, sadece belirli bir mikroorganizma türüne etki edip diğerlerine etki etmektedir. Doğumdan sonra gelişmeye başlar.
Nonspesifik savunmalar; vücuda zarar veren unsurların hepsine karşı direnç gösteren savunma tipidir.



A. Vücudun dış ve iç yüzeylerini örten tabakalar:
Dokuları örterek koruma vazifesi yapan vücut yapılarıdır. Deri ve ağız mukozası sağlam olduğu takdirde hiçbir mikroorganizma vücudumuza ve buradan da kana giremez.



B. Flora bakterileri (faydalı bakteriler):
İdrar ve üreme kanallarında, deri, boğaz, bağırsaklar ve gözde sürekli bulunan ve normal şartlarda hastalığa sebep olmayan bakteriler vardır. Bu faydalı bakteriler, bizim için çalışırlar ve hastalık yapıcı bakterilerin bu bölgelerde yerleşmelerini engellerler. Anne karnındaki bebekte bu bakteriler bulunmaz. Doğumdan hemen sonra bu korumayı yapacak faydalı bakteriler buralara kısa sürede yerleştirilir.



C. Mekanik temizlik
Salgılar ve silyalarla geçekleşir. Salgılar, tükürük salgısı kulak arkası, çene altı ve dil altındaki bezlerden sürekli salgılanan tükürük, ağzımızı yıkamak suretiyle, dışarıdan giren zararlı bakterilerin uzaklaştırılmasına sebep olur. Ayrıca bakterilerin, gıda kaynağı olan yemek artıklarının da temizlenmesine neden olmasıyla diş çürüklerinin ve diş eti iltihaplarının önüne geçilmiş olur.



Gözyaşı, konjunktivanın (gözün beyaz dış yüzeyini ve göz kapaklarının iç kısmını kaplayan tabaka) ve korneanın (gözün saydam tabakası) yıkanarak temizlenmesini sağlar.
Silyalar, mikroskobik büyüklükte tüycük şeklindeki hücre uzantılarıdır. Burundaki silyalar; burun mukozasının üzerini kaplayan mukus (sümüksü madde) isimli koyu kıvamlı yapışkan bir sıvı, havadaki toz parçacıklarını ve mikropları tutar. Alt solunum yollarındaki yapıları (nefes borusu, bronşlar ve bronşiyoller) döşeyen epitelin üst yüzeyi de mukus ile kaplıdır. Buradaki epitel hücrelerinin de silyaları vardır. Bu silyalar da, yukarı doğru kamçı vuruşu şeklinde salınmalar yaparak, mukusu ve içindeki partikülleri ve mikroorganizmaları yutağa doğru ilerletirler. Bunlar da yutulur veya öksürerek dışarı atılır.



D. Salgılarda bulunan enzim, asit ve antikorlar:
Ø Lizozim: Vücut salgılarında (tükürük, ter, gözyaşı, genital organ salgısı vBulletin) bulunan ve bakterileri öldüren bir maddedir.
Ø Mide asidi (hidroklorik asit, HCl): Mide bezlerinden salgılanan HCl, besinlerle mideye gelebilen bakterileri parçalayan kuvvetli bir asittir.
Ø Antikorlar: Hem kanda hem de vücut salgılarında bulunan antikorlar, mikroorganizmalara karşı savunmada rol alırlar. Anne sütünde bulunan antikorlar ise, annenin kanından süte geçirildiğinden, yeni doğan bebeğin enfeksiyonlardan korunmasında önemli bir rol oynarlar.



E. Akyuvarlar (Lökositler)
Akyuvarlar bağışıklık sistemimizin en önemli savaşçıları ve İmmunolojik savunmanın temel faktörleridir.
Akyuvarlarların % 50-60'ı granülositlerdir. Bunlar da, nötrofiller, eozinofiller ve bazofiller olarak üç sınıfa ayrılırlar:

• Granülositler
Nötrofiller: Akyuvarların en yüksek oranda bulunan (% 60-70) tipidir. Kemik iliğimiz hergün trilyonlarca nötröfil üreterek kan dolaşımına bırakır ama yaşam süreleri kısadır ki bu genelde birgünden azdır. Nötrofiller kan dolaşımına girdikten sonra hızla dokuların kapiller duvarlarına doğru hareket ederler. Elimize kıymık battığında ya da elimiz kesildiğinde nötrofiller hızla bu bölgeye göç ederler ve salgıladıkları enzimler, deterjan ve çamaşır suyu etkilerine benzer hidrojen peroksit veya diğer kimyasal maddelerle, karşılaştıkları bakterileri veya yabancı molekülleri öldürürler.

Eozinofiller: Deride ve akciğerde bulunan parazitlere öldürebilen lökosit türüdür. Parazitlere tutunarak sitoplazmalarının ihtiva ettiği granülleri (kesecikleri) parazitin içine boşaltırlar. Bu granüllerin içinde parazitleri parçalayan enzimler bulunur.

Bazofiller: Histamin denilen özel proteinler taşıdıklarından enflamasyona (iltihap) sebeb olmalarından ötürü önemlidirler. Bu hücreler allerjik hastalıkların gelişmesinden sorumludurlar.



• Lenfositler
Bağışıklık sisteminin en karmaşık organizasyonuna ve stratejilerine sahip hücreleridir. Bağışıklık mekanizmalarının en önemlisi ve en güçlüsü bu hücreler, kandaki akyuvarların % 20-30 kadarını teşkil ederler. Tüm lenfositler kemik iliğindeki ana hücrelerden kaynaklanır. Karşılaştığımız çoğu bakteri ve virüsü yok edebilen bu hücreler, T ve B lenfositleri şeklinde ikiye ayrılırlar. Bunlar diğer mekanizmaların baş edemediği mikroplara karşı son savunma hattını oluştururlar.



a- T lenfositleri:


Kemik iliğindeki kök hücrelerinden salındıktan sonra T hücresi oluşturmak üzere yönlendirilmiş olan hücreler timus'a göç ederler ve orada olgunlaşırlar. T-lenfosit adı da buradan gelir.
T-lenfositler daha sonra timusdan ayrılarak kanda ve lenf sisteminde dolaşmaya başlarlar. T lenfositlerinin de farklı işlevlerini yerine getiren farklı çeşitleri vardır. Bunlardan öldürücü T lenfositler diye adlandırılanlar bakterilere ve özellikle virüslerle enfekte olmuş vücut hücrelerine saldırırlar. Virüs taşıyan hücreleri saptayıp bu hücreleri öldürürler. Diğer T lenfosit çeşitleri de öldürücü lenfositleri destekleyen işlevleri yerine getirirler. Yardımcı T hücreleri olmazsa kazanılmış bağışıklık sistemi çöker.
T lenfositleri makrofajlar tarafından uyarıldıkları zaman, T lenfositlerinin bir çeşidi olan yardımcı T hücreleri lenfokin denen maddeyi salgılarlar. Lenfokinler; hem bir diğer T lenfosit türü olan sitotoksik (mikropları öldüren) T hücrelerini, hem de B lenfositlerini uyararak çoğalmalarını sağlarlar.


b- B lenfositleri:
Lenfositler de kemik iliğinde üretilirler. Bu hücreler doğrudan doğruya mikroplar tarafından uyarılırlar. Ancak tam uyarılıp harekete geçebilmeleri için, yardımcı T hücrelerinden salgılanan lenfokinlere ihtiyaç vardır. Lenfokinler, B lenfositlerinin çoğalmasını ve plâzma hücrelerine (plazmositlere) dönüşmesine sebep olacak özelliktedirler. Plâzmositler de kana antikor salgılarlar.

Antikor sentezi yapan lenfositler doğrudan doğruya kemik iliğinde üretilir. B lenfositler, her antijene (vücuda yabancı olan ve antikor üretimine neden olan maddeler ya da canlılar) özgü antikor üretirler. Vücuda herhangi bir antijen girdiğinde, B lenfositler çoğalır ve milyonlarca antikor üretirler. 6 aylık bebekken vücudumuz antikor üretmeye başlar. O zamana kadar anneden bebeğe geçen antikorlar iş görür.

Antikorlar, antijen niteliği taşıyan bakteri virüs ya da zehirli maddelere tepki veren Y biçiminde protein molekülleridir. Y biçimindeki antikorların kısa kollarının uç kısmında antijenlere bağlanabilmelerini sağlayan özel bölgeler bulunur. Herhangi bir antijene bağlanmış olan antikorlar, ya onların hareketine engel olur ya da bağışıklık sisteminde rol alan başka proteinlerin, hormonların ve makrofajların devreye girmesi için işaret verirler. Bu antikorlar kişiyi ikinci kez aynı mikrop ile hasta olmaktan korurlar.



"Immünoglobülinler" de denilen antikorların Ig G, Ig A, Ig M, Ig D, Ig E olmak üzere beş çeşidi vardır. Ayrıca karaciğerde yapılarak kana geçen bazı özel proteinlerin de, antikorların işlevlerini tamamlayıcı farklı rolleri vardır.

B lenfositlerinin antikor oluşturmak dışında iki önemli görevi daha vardır. Bunlardan birisi T lenfositlerine antijen sunma görevi; diğeri de saldıkları kimyasal maddelerle (sitokinler, lenfokinler) başka immunolojik hücreleri etkilemektir.



c- Doğal Öldürücü Hücreler (Katil hücreler)



Doğal Öldürücü Hücreler de kemik iliğinde yapılmaktadır Bu hücreler kan kemik iliği ve dalakta bulunurlar. Doğal bağışıklıkta rol alırlar, yani T ve B lenfositleri gibi önceden uyarılmalarına ihtiyaç yoktur. Bilhassa virüslerle enfekte olmuş veya kanserleşme eğilimi gösteren vücut hücrelerine saldırırlar. Böylece virüslere karşı önemli bir ilk savunma hattı oluşturur ve kanserin gelişmesine mâni olurlar. Bunlar büyük görünümlü lenfositlerdir En önemli görevleri, tumor hücrelerini ve virus taşıyan hücreleri öldürmektir. Virüs taşıyan hücreleri öldürdükleri halde normal hücrelere zarar vermezler


• Monositler ve Makrofajlar:



Akyuvarların %7 kadarını Monositler oluşturur. Kemik iliğinde yapılıp kan dolaşımına geçen monositler 12 saat içinde dokulara girerler ve makrofajlara dönüşürler.

Monosit ve makrofaj gibi büyük lökositler bağışıklık sistemimizin en önemli hücreleridir. Her dokunun kendine özgü makrofajları vardır.

Makrofajlar, büyük botutlu hücrelerdir. En önemli becerisi sindirme ve hazmetme yani fagositoz yapabilmesidir. Fagositoz, bağışıklığın en önemli öğelerinden biridir. Çünkü enfeksiyona karşı çabuk ve çoğunlukla da kesin bir koruma sağlar. Makrofajların önemli bir görevi de; ölmüş nötrofilleri temizlemektir. Kandaki bir akyuvar çeşidi olan monositler, kılcal damarlardan dokulara geçerek burada doku makrofajları denen çok güçlü fagositoz yapan (mikropları yutan) dev hücrelere dönüşürler. Makrofajlar vücuda giren her türlü bakteri ve virüsü yutarak parçalarlar. Bu hücreler, vücudun birinci savunma hattını oluştururlar, yani bunlar hazır öncü kuvvetlerdir. Bu hücreler, ayrıca T lenfositleri adı verilen çok özel hücreleri uyararak onların çoğalmalarını sağlarlar.

F. Plâzmadaki (kan sıvısındaki) faktörler



Ø Antikorlar: Plâzma hücreleri tarafından kana salgılanırlar. Hangi mikrop tarafından uyarılmışlarsa, ona karşı savunmada rol alırlar. Antikorlar tesirlerini ya doğrudan (bakteri zehirlerini nötralize ederek veya bakterileri kümeleştirip çöktürerek, virüsleri nötralize ederek, mikroorganizmaları parçalayarak) yahut kompleman ismi verilen çok özel bir sistemi harekete geçirerek gösterirler.



Ø Kompleman proteinleri: Plâzmada inaktif olarak bulunan kompleman proteinleri, antijen ve ona karşı meydana gelmiş antikor kompleksi tarafından uyarıldığında, aktif kompleman bileşikleri oluşur. Bu bileşikler çeşitli tesirlere sahiptirler (kemotaksis, opsonizasyon, mast hücreleri ve bazofillerin uyarılması sonucu inflamasyon gelişmesi, mikroorganizmaların parçalanması).



Ø İnterferonlar: Virüsler vücut hücrelerine girip, hücrelerde çoğalmalarını sağlayan proteinlerin sentezlenmesine sebep olurlar. Lenfositler ve diğer lökositler tarafından salgılanan interferonlar, virüslerle tanışmış vücut hücrelerine bağlanarak bu proteinlerin yapımına engel olacak şekildedirler. Böylece virüsler çoğalamaz.



Ø Properdin: Plâzmada bulunan bir proteindir. Bazı virüsleri nötralize ettiği, bazı bakterileri de parçaladığı bildirilmiştir.



Ø Akut faz proteinleri: Karaciğer tarafından hızla sentezlenen çok sayıda serum proteinleri (C-reaktif protein, fıbronektin, vBulletin) enfeksiyon sırasındaki müdafaada rol alırlar.



Ø Beta-lizin: Bazı bakterileri parçalayan bir maddedir.



G- Enfeksiyonun sebep olduğu olaylar



Ø İnflamasyon (iltihap): İnflamasyon, enfeksiyonlar veya konumuz dışındaki travma ve sıcak gibi faktörlere bağlı olarak doku harabiyetine karşı, dokuda yaratılan korumaya verilen cevaptır. Mikroorganizmalar tarafından istila edilen doku, harap olmaya başlayınca, parçalanan doku hücrelerinden (mast hücreleri gibi) açığa çıkan bazı maddeler (histamin gibi) bölgede bazı reaksiyonlara sebep olur. Dokuya kan getiren küçük damarların genişletilmesiyle o bölgeye kan akımı artar ve dokuya daha çok nötrofil gelir. Bu arada o bölgede kızarma olur. Kılcal damarların geçirgenliğinde artışa bağlı olarak, nötrofîller dokuya daha rahat geçerler. Sonuç olarak; inflamasyon (iltihaplanma); mikroorganizmaları o bölgede hapsederek vücuda yayılmalarını önlemiş olur.



Ø Ateş: Vücut ısısındaki artış olan ateş inflamasyonundoğal sonucudur. Bazı bakterilerden çıkan toksinler ve mikropları fagosite eden hücrelerden salgılanan bir kısım maddeler, vücut sıcaklığının yükselmesine sebep olurlar. Ateş, mikroorganizmaların üremelerini durdurur ve yapılarını bozarak ölümlerine yol açar. Dolayısıyla hastalıkta ateşin yükselmesi faydalıdır. Çünkü vücudun direnç gösterdiğini ve mikropları öldürmek için savaş verdiğini göstermektedir. Bu sebepten ateş çok yüksek olmadığı beyne zarar vermediği sürece düşürülmemelidir.

Ø Öksürük: Solunum yollarındaki mikropların dışarı atılmasını sağlar. Bu sebepten öksürük kesici ilâçlar hemen kullanılmamalıdır.



Ø İshal (Diyare): İshal, dışkının hızlı bir şekilde dışarı atılmasına sebep olur. Dolayısıyla ishali durdurucu ilâçlar da kullanılmamalıdır. Ancak gerek öksürük ve ateş, gerekse de ishal durumunda kişinin kendini iyi tanıması ve bağışıklık sisteminin gücünü bilip ona göre direnmesi gerekir.


Bağışıklık sistemine yönelik risk faktörleri



Bağışıklık sistemimiz yaşamımız boyunca bizi desteklemektedir. Ancak vücudumuzun normal yapısını ve çalışmasını bozan etkenler vücudumuzun direncini de azaltmakta dolayısıyla bağışıklık sistemimiz içinde risk oluşturmaktadır. Bu etkenlerin başlıcaları aşağıda açıklanmıştır:



Stres; Uzun süreli strese maruz kalma, kişilerin üst solunum yolları enfeksiyonlarına yakalanma olasılığını artırmaktadır. Stres vücudumuzdaki bazı hormonların aşırı miktarda salgılanmasına ve buna bağlı olarak da belleği ve öğrenme - algılama yeteneğini zedelemekte, öfke, yorgunluk, depresyona neden olmakta ve bağışıklık sistemini zayıflatmaktadır. Kronik streste, hastalıkla savaşan hücrelerin sık sık bastırılması sonucu vücudun enfeksiyonlara karşı direnci azalmaktadır.



Kötü Beslenme; Beslenme vücudun direncine ve mikroplara etki edebilmektedir. Protein ve enerji bakımından yetersiz ve kötü beslenme bağışıklık sisteminde görevli yapıların vücudumuzu savunma gücünü zayıflatır.

Eksik beslenme enfeksiyonlara ve bunların komplikasyonlarına zemin hazırlamaktadır. Oluşan enfeksiyon da beslenmeyi bozar ve bağışıklığı azaltabilir.



Oksijen; Oksijen kullanan her canlı, "serbest radikaller" olarak bilinen şeyleri üretir. Serbest radikaller, hücreler oksijen tüketirken oluşurlar. Yani serbest radikaller değişen oksijen molekülleridir. Serbest radikaller yaşam için gereklidir. Bu serbest radikaller kontrolsüz bırakılırlarsa, bağışıklık sistemimize zarar verme ve kronik hastalıklar gelişme riski ortaya çıkabilir.



Radyasyon; Bağışıklık sistemi, UV ışınları gibi çevresel faktörlerden kaynaklanan değişimlerden zarar görür. Bilim adamları, güneş yanıklarının insanlarda güneşe maruz kaldıktan sonra 24 saat ve daha fazla süre içerisinde kandaki beyaz kan hücrelerinin hastalıkla savaşım fonksiyonunda bir azalma görüldüğünü belirtmişlerdir. UV radyasyonuna sürekli maruz kalma vücudun bağışıklık sistemini etkileyen zararlara neden olabilir. Hafif güneş yanıkları insanlarda ki bütün cilt tiplerinin bağışıklık fonksiyonlarını baskı altına alabilir.



Yüksek gerilim hatlarının yaydığı radyasyon da insan sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu etkileşim, insanın bağışıklık sistemi bozup, hastalıkların başlamasına yol açabilmektedir. Yüksek gerilim altında yerleşik insanlar, başta kanser olmak üzere birçok hastalıK açısından risk altındadır.

Alkol ve sigara; Alkolün, özellikle kronik alkol alışkanlığının ve sigaranın organizmanın immun savunması üzerinde olumsuz etkiler yaptığı kanıtlanmıştır.


Uykusuzluk; Uyku sırasında vücudumuz ve beynimiz dinlenirken bağışıklık sistemi dinlenmez. Aksine işgalci organizmalara karşı hazırlık yapar. Eğer iyi dinlenilmezse bağışıklık sistemi bozulabilir.

Bu etkenlerin dışında bazı ilaç tedavileri, yorgunluk, aşırı spor yapma, mevsimsel ve hormonal değişikliklerde immun sistemimizi zayıflatan faktörlerdendir.



Endokrin sistem


Endokrin sistem, vücudun kontrol ve düzenleme görevini sinir sistemi ile birlikte yürüten sistemdir.
Endokrin sistem sinir sistemi birlikte çalışarak organizmanın bütünlüğünü sağlar. Endokrin sistemin başlıca üç işlevi vardır.
• Büyüme, gelişme ve üremeyle ilgili olayların başlıca düzenleyicisidir.
• Metabolik aktivite ve vücut sıvılarındaki kimyasalların yoğunluğunu ayarlayarak homeostazın korunmasını sağlar.
• Sinir sistemi ile birlikte strese karşı dayanıklılığı arttırır.

Endokrin sistem endokrin bezlerden oluşur. Bu bezler hormon denen salgıyı salgılar.

Ürettikleri salgıları kana veren bezlere iç salgı bezi bu salgılara da hormon denir. Ürettikleri salgıları kanala veren bezlere ise dış salgı bezi denir. Bu salgılara da enzim denir.
İç salgı bezleri sistemi ( endokrin sistem ) birbirleriyle iletişim halindeki farklı bezlerden meydana gelir. İç salgı bezleri insan vücudunu kontrol eden bir sistemdir. Bu sistem sinir sistemiyle birlikte vücudun çalışmasını düzenler. Vücudun olağan ve olağan dışı olaylara tepkisini ayarlar. İç salgı bezleri bu işlevini salgıladıkları hormonlar vasıtasıyla sağlar. Değişik bezlerden salgılanan çeşitli hormonlar kan yoluyla ilgili organlara ulaşırlar ve bu organlara çeşitli emirler taşırlar.

Hormon

Canlıların vücudunda bulunan bezler tarafından üretilip, kan ile taşınan maddelerdir. Her hormonun etki edeceği hücre, doku veya organ farklıdır.
Az miktarda üretilip, protein ve yağ yapısındadırlar. Vücutta hormon üreten bezler; hipofiz, tiroid, paratiroid, adrenal, pankreas ve eşey bezleridir.


Hormonlar etki yerlerine göre 3 tiptir
Genel etkili hormonlar: Kan yoluyla ulaştıkları, vücudun br çok yerinde etkili olan hormonlardır, örneğin büyüme hormonu
Hedef yapılara etkili hormonlar: Sadece belli doku ve organlara etkili olan hormonlardır.
Lokal etkili hormonlar: Sadece salgılandıkları alanda etkili olan hormonlardır.

Hormon Üreten Bezler

a. Hipofiz Bezi
Beynin tabanında hipotalamusun altında yer alır. Merkezi sinir sisteminin hipotalamus kısmı ile olan bağlantısı sayesinde diğer bezleri kontrol eden ana bezdir.



İki kısma ayrılır. Ön lobuna adenohipofiz, arka lobuna ise nörohipofiz adı verilir. Adenohipofiz, hipofizin gerçek endokrin bölümüdür. Hipotalamusta üretilen hormonlar taşıyıcı damarlar vasıtası ile adenohipofize gelir ve hipofiz hormonlarının salınmasını ya da baskılanmasını sağlar.
Nörohipofiz ile ile hipotalamus arasında sinir bağlantıları vardır.

Hipofiz bezinde üretilen hormonlar ve görevleri



Büyüme hormonu (growt hormon, GH) : Büyüme ve gelişmeyi sağlar. Özellikle kemik ve kas dokusunun gelişmesinde etkilidir. Metabolizmayı doğrudan etkiler. Büyüme döneminde fazla salgılanması devliğe az salgılanması cüceliğe sebep olur.
Tiroid stimüle edici hormon (TSH): Tiroid bezini uyararak tiroid hormonlarının sentezlenmesi ve salgılanmasını sağlar.
Prolaktin: Dişilerde gebelik döneminde memedeki süt bezlerinin çalışarak süt üretmesini ve enjeksiyonunu sağlayan hormonu salgılar.
Folikül stimüle edici hormon (FSH) : Folikül stimüle edici hormon kadınlarda her bir menstrual siklus sırasında ovaryumda folikül hücrelerinin büyümesini ve östrojen salgılanmasını, erkeklerde ise sperm üretimini sağlar.

Melanosit stimüle edici hormon (MSH) : Deriye renk verici maddeleri uyaran hormondur.
Lüteinleştirici horman (LH) : Kadınlarda ovulasyonu (yumurtlamayı), progesteron ve östrojen salgılanmasını, erkeklerde ise testesteron salgılanmasını sağlar.

b. Tiroid bezi
Tiroid bezi, boynun ön kısmına yerleşmiş olan, salgıladığı hormonlarla vücut metabolizmamızı düzenleyen ve yaklaşık 25-40 g kadar olan bir bezdir. Tam olarak yutak ve gırtlak arasında yer alır.


Gırtlağın ön tarafında bulunan tiroid bezi salgıladığı hormonlarla, vücuttaki tüm organların işleyişini ve metabolizmasını etkiler. İki çeşit hormon üretir.
Tiroksin : Vücut metabolizmasını hızlandırır. Tiroksin hormonu iyot varlığında sentezlenir. Alınan yiyeceklerde iyot eksikse tiroksin salgılanamaz ve tiroit bezi büyür. Buna guatr denir. Tiroksin hormonu az salındığında hücreler arası sıvıda sodyum ve suyun, kanda ise kolesterolün yükselmesine yol açar.
Kalsitonin : Kandaki kalsiyum ve fosfatın kemiklere geçmesini sağlar. Kanın kalsiyum ve fosfor konsantrasyonunun ayarlanmasında düşürücü etkiye sahiptir.
Paratiroid bezi : Tiroid bezinin arkasında yer alan dört küçük bezdir. Salgıladığı parathormon, kemikten kalsiyum serbestleşmesini, kemikte kalsiyum depolanmasını sağlayan osteoblastları inhibasyonunu, kalsiyumun böbrekten atılmasını azaltıp fosfor atılımını arttırmak gibi fonksiyonları yerine getirir.

c. Böbrek üstü bezleri (adrenal bezler)
İki böbreğin üst kısmına yerleşmiş bir çift bezdir. Dışta yer alan kabuk (korteks) ve içte yer alan öz (medulla) olmak üzere iki kısımdan oluşur.



Kabuk (korteks) kısmından salınan hormonlar: Adrenal korteks hormonlar steroid yapıdadırlar. Su ve iyon dengesini sağlayan hormonlardır, En önemlisi aldosterondur. Aldosteron böbreklerde iyonların (sodyum ve klor) emilimini arttırır.

Öz Bölgesinden (medulla) Salınan Hormonlar: Adrenalin ve noradrenalin hormonlarını üretir. Bu hormonlar, kavga veya kaçış durumları için gereken ani bedensel tepkileri oluşturur ve desteklerler. Adrenalin korku, heyecan, öfke anında salınır. Kan basıncını yükseltir, kalp atışlarını hızlandırır, damarları daraltır, göz bebeklerini büyütür, kılları dikleştirir.


d. Pankreas Bezi
Pankreas bezi karma bir bezdir. Ürettiği enzimleri özel bir kanalla on iki parmak bağırsağına gönderir.
Pankreas bezi salgıladığı iki çeşit hormon ile kandaki şeker dengesini ayarlar.
İnsülin, kanda şeker miktarı arttığı zaman salınır. Kandaki şekerin {glikozun** fazlasının karaciğerde glikojen şeklinde depolanmasını sağlar. İnsülin yeterli salgılanmazsa kandaki şeker oranı yükselir.bu da şeker hastalığına sebep olur. Şeker hastalığı olan kişilerin idrarında glikoza rastlanır
Glukagon ise kandaki glikoz miktarı azaldığı zaman salınır. Karaciğerde depolanmış glikojende'" gereken miktarını glikoza dönüştürerek kana geçmesini sağlar.

e. Böbrekler
Böbrekler iki değişik yapıda hormon salgılarlar.

Kalsitriol : Steroid yapıda olan bir hormondur. Vücutta kalsiyum iyonunu destekler. D vitaminin aktif şeklidir.

Eritropoietin : Kırmızı kemik iliğinden eritrosit yapımını uyarır. Böbreklerdeki düşük oksijen oranına cevap olarak salınır. Böylelikle artan eritrosit yapımı sonucunda oksijen taşıma kapasitesi de artar.

f. Eşey Bezleri
Üreme sistemi hormonlarını kadınlarda ovaryum ( yumurtalık), erkeklerde ise testisler üretirler. Eşey bezleri ergenlik çağına girildikten sonra hipofiz bezinin etkisiyle faaliyet gösterir.

Testislerde erkeklik hormonları olan androjenler üretilir. Bunlardan testosteron hormonu fonksiyonel sperm yapımını ve olgunlaşmasını ikincil cinsiyet özelliklerinin (sakal ve bıyık çıkması,kılların büyümesi,sesin kalınlaşması,kemiklerin gelişmesi erkek tipi kaslı bir vücut yapısının oluşması) ortaya çıkmasını sağlar.

Yumurtalık dişilerde bulunan bir çift bezdir. Ergenlik dönemine ulaşıldığında bu bezden östrojen ve progesteron hormonları salgılanır . Östrojen dişilikle ilgili ikincil cinsiyet özelliklerini (dişilere özgü ince ses gelişimi,üreme organlarını gelişimi,dişiye ait vücut yapısının oluşması) sağlar.
Progesteron hormonu ise gebeliğe hazırlanmada önemli rol oynar. Embriyonun gelişmesi için rahmi hazırlar, embriyonun uterin tüpü boynuna iletilmesini sağlar ve meme bezlerinin gelişmesinde önemli bir yere sahiptir.